GEZİ, ŞİDDET, KARANFİL
26 Haziran 2013
“Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.”
Edip Cansever
Ben rahat uyuyamıyorum artık… Gezi Parkı olaylarının ilk gününden bu yana, günde 3-4 bazen 5 saat uyuyabiliyorum. Binlerce insanın yaralandığı, 4 kişinin öldüğü ve halen olayların birçok il, ilçe ve beldelerde sıcak bir şekilde tezahür ettiği günler yaşıyoruz.
Resimlerde gördüğümüz Taksim, Gazi mahallesi, Kuğulu Parkı, Kennedy Caddesi, Dikmen, Eskişehir, Adana, Mersin ve daha birçok yerdeki kalabalıkların bedeni ve ruhu şiddet altında kaldı, ben uyuyamıyorum!
Bakın; yürüyerek, mizah yaparak, şarkı söyleyerek, müzik yaparak, dans ederek, durarak ve karanfil atarak eylem yapan bir halk kitlesinden sözediyoruz. Sadece geyik yaptığını düşündüğümüz “Y Kuşağı” denen bu gençler, mizahı siyaset üzerinden yapmaya başladılar. Bunu öyle bir yaptılar ki, memleket meselelerine sahip çıkmakla kalmayıp, bezgin bir şekilde rekabet piyasasının ortasında cansızlaşan,”hiçbirşeyi etkileyip değiştiremem” diye düşünen ebeveynlerini, büyüklerini de silkeleyip “Kendinize gelin” dediler.
Mizah, onların öfkesini şiddete dönüştürmeden ifade etme biçimleriydi. Kızgınlıklarını ve de kırgınlıklarını güldürürken düşündürerek anlatıyorlardı.
Bu kuşak şiddeti ailelerinden görmediği için gerçekten şiddeti tanımıyor ve şiddeti nasıl göstereceklerini de bilmiyorlardı. Bu yüzden karşıdan gösterilen şiddetin nereye kadar gideceği konusunda da bir fikirleri yoktu. Gözleri çıktı! Yıldız Teknik Üniversitesi’ nden Araştırma Görevlisi Burak Ünveren ve aynı fakültede öğrenci Selim Polat gaz kapsülü ve plastik mermi ile birer gözlerini kaybettiler ve daha başkaları, pırıl pırıl yetişmiş gençler. Bilanço ağır, anaların yüreği çok fena yandı, canlar hayatını kaybetti, binlerce yaralı, ben uyuyamıyorum…
Daha da önemlisi ruhlar yaralı! Yaralı, çünkü şiddeti ne yazık ki gördüler, tanıdılar. Elbetteki bu kadar kalabalığın içerisinden çıkabilen “öfke kontrolü” olmayan birkaç gencin de, ağzını elleriyle kapayarak ki resimlerle ortadadır engel olmaya çalıştılar. “Yapmadık” dedikleri konularda “töhmet” altında bırakıldılar, karşılarındaki büyüklerini inandıramadılar.
Onlar doğru bildiklerini savunmaya devam ediyor ve devam edecek görünüyorlar, bakın neden?
Y kuşağı denen gençlik, büyüklerini çok şaşırttı mı şaşırtmadı mı?
Bu gençler, kendi içinde çok dinamik, son derece yaratıcı, problem çözme odaklı, naif, sahici varoluş halleri ile politikacısından gazetecisine, sokaktaki insandan evdeki ana-babalara, ruh sağlığı uzmanından toplum bilim ve araştırmacısına kadar “Siz neymişsiniz be abi” dedirdetecek ve dil ısırtacak cinsten bir performansla “Gezi Parkı Direnişi” nin mimarları oldular mı olmadılar mı?
Gezi direnişinin en hayret verici videolarından biri olan, 7-8 yaşlarındaki kız çocuğunun söylediği “3 yaşından beri eylemlere katılıyorum, ben böyle eylem görmedim.” görüşüne toplumun her kesiminden, her yaşta insan katılır mı katılmaz mı?
Dünyada da şaşkınlıkla izlenen gezi parkı direnişi, ne olup bittiği ve bu gençlerin ne yapmak istediği konusunda yetişkinlere kafa patlattıran, onları anlamaya yönelik hummalı çalışmalara zemin hazırlayan bir sürecin de başlangıcı oldu mu olmadı mı?
Ne oldu da bildik yöntemler işlemedi bu çocuklara?
1980 ve 2000 arası doğan bu kuşak yapılan araştırmalara göre direkt emir almaktan ve ast olmaktan pek hoşlanmıyorlar, yüksek otorite karşısında çok rahatsız oluyorlar, onların istediği daha demokratik bir yönetici, daha anlayışlı, değişimden yana, kolay ilişki kurulan bir patron.
Ama ortak bir dil yaratılamadığı ve yok sayıldıklarını, görülmediklerini, işitilmediklerini ve ötekileştirildiklerini hissettikleri için artık politik bir duruş da almaya başladılar.
Bu kadar yükselmiş bir duygu ve düşünceyi yok saymak mümkün değil, üstelik hepsi bizim çocuklarımız, canlarımız, kadınımız, erkeğimiz, annemiz, babamız, amcamız, dayımız, komşumuz, esnafımız, öğretmenimiz, işçimiz, memurumuz, avukatımız, doktorumuz, sanatçımız… Bu topraklarda nefes alan, düşünen, hisseden, üreten insanımız.
Uzman Psikolog, Psikoterapist Ruşen Nur Arıkan