Home » YAZILARIM » HAYDİ OYUNA BİR İKİ…

HAYDİ OYUNA BİR İKİ…

HAYDİ OYUNA BİR İKİ…

04 Haziran 2011

Oyun, kuralları olan ama başlangıcı ve seyri kendiliğinden gelişen, dönüştürücü, eğlenceli, terapotik etkisi olan, keşif duygusunun eşlik ettiği, gerilimi ve kaygıyı azaltan, öğretici, dış dünyayı anlamaya ve uyum sağlamaya yardım eden, çocuk için travmatik olanın kendi kurgusuyla yeniden deneyimlendiği, yetişkin yaşama hazırlığı sağlayan, çocuğun düşlemlerini yaşayabildiği, eğlenceyi de içine alan deneyimler topluluğudur.

Çocuğun, rahatsız edilmekten tamamen kaçındığı, en özenli olduğu, bulunduğu zaman ve mekanın dışına çıktığı ve tamamen yaratıcı bir süreci yaşadığı anlardır oyun. Belirli yaş dilimlerinde oyunun biçimi ve ifade şekli değişse de, kanımca oyunun dışına çıkmak ancak ölümle olmaktadır.

“Hayat bir oyundur.”, “Oyuna gelmek”, “Bana oynama”, “Beğenmedim oyununu”, “Benimle oynar mısın?”, “Oyun arkadaşı”, “Çok oyuncu biri”, “Oyuna katılmak”, “Oyun kurmak”, “Oyunu bozmak”,  “Oyunu kazanmak”, “Oyunu kaybetmek”, “Oyuna davet”, “Seks oyunları”, “Oyun çocuğu (playboy)”,  “Oyun alanı”,  “Oyuna devam” gibi belki yüzlerce biçimde oyunla ilişkimiz sözkonusu.

İktidara oynayanlar, tribünlere oynayanlar, oyunun içine hile katanlar, oyun oynarken mızıkçılık edenler, oyun edenler, iyi rol kesenler..; oyunun kirlenmiş halleri bunlar da.

“Talihin elinde oyuncak oldum”,  “Bana kaderimin bir oyunu mu bu?” diyerek tamamen teslimiyetçi bir duruşu da sergiliyor olabiliriz sahnede. Hayat da yanımızdan akıp gider böylece…

Çok değerli psikiyatrist arkadaşımın, bizzat kendisinin yaşadığı bir anekdotu paylaşmak isterim sizinle; birkaç ailenin biraraya geldiği bir ev oturmasında, ev sahibinin ve misafirlerin iki erkek, bir kız çocuğu da vardır. Kız çocuğun ailesi gecenin ilerleyen saatlerinde artık kalkmak istediklerini söylerler. Bu arada, oyun oynayan çocuklar kendi hallerindedir.

Küçük kız, anne babasının kalkacağını duyunca, iki erkek çocuğunun yanına gidip elini beline koyarak; “Son 10 dakika, kim oynayacaksa oynasın benimle?” der.

Bunu söyleyenin bir kız çocuk olması, zamane çocuğu olduğundan mıdır?, yoksa bu içtenlik ve cesaret çocuğun doğasından mıdır? durum ortada ama böylesine bir meydan okuma, talep etmedeki ince zeka ve çocuksu davetin içindeki flört inanılmaz hayranlık uyandırıcı.

“Son 10 dakika” ne büyük bir metafor taşıyor. Yaşı biraz ilerlemişler için de düşünebilirsiniz, hayatı felsefi anlamda öyle görüp, yaşamı zenginleştirme adına da düşünebilirsiniz. Her iki durumda da, “Son 10 dakika” nın vaatlerini bir düşünün!

Sırf kaybetmemek için, hiç bir oyuna girmeyenler de vardır. Bir danışanım, küçüklüğünde oyun oynarken çabuk sıkıldığını ve kuzenleriyle oynadığı oyunlardan, genellikle yarım bırakıp çıktığını anlattı bir seferinde. Kuzenleri kendisine “oyunbozan” derlermiş hatta. Konuştuğumuzda, bebekleriyle yalnız oynarken saatlerce oynadığını ama grup halindeki oyunlardan hemen sıkıldığını hatırladı. Danışanımın bana başvurma sebebi de çok istediği ve yeteneği olan bir bölüme hazırlık için bir türlü masa başına oturamamasıydı. Çalışıp da kazanamamasındansa, çalışmayıp kendisine “Zaten çalışmadım.” demesi daha kabul edilebilirdi. Bu farkındalık, kendine koyduğu engellere ışık tutacak değerde kuşkusuz…

Siz çocukken, saklambaç oyununu mu çok severdiniz? Ebelemece oyununu mu? Bir düşünün; Şimdilerde ilişkilerinizde “ebelediğiniz” de oluyordur mutlaka; karşınızdaki yakalanmış hissetse de. Saklanmaya devam edenlerdensiniz belki de…

En sevdiğiniz oyuncağınız hangisiydi peki? Bugün, evinizde hala bir köşede, görme alanınız içinde olan, bir oyuncak var mı? Benim hem ofisimde, hem evimde var; atlıkarınca. Oyuncak denir mi ona bilmiyorum ama ne zaman gözüm takılsa kıpır kıpır oluyor içim, çocukluğumda defalarca binmek istediğimden belki de; çocukken eğlendiğim zamanların en sembolik nesnesi… Geçen yıl bir yurtdışı seyahatimde, büyük bir meydandaki atlıkarıncaya, gecenin bir vaktinde, bu yaşımda binmişliğim vardır.

Yetişkin dönemde oynadığımız hayat oyununun, yine kuralları olduğunu bilerek oynamaktır yaşamak… “Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya girer” miş. Kutuya girmeden önce; “Oynar mısın benimle?” dediklerinizin, iyi bir oyun arkadaşı olup olmayacağı konusundaki seçiminizde sizin; sezgilerinize, yüreğinize, aklınıza epeyce iş düşüyor gibi. Tabii zar atmadaki hünerinizi saymazsak, şansınıza da…

Çocukluğumun “………. papucu yarım, çık dışarıya oynayalım.” tekerlemesiyle çağrıma katılan, çocukluk arkadaşlarıma sevgilerimle…